VEJETARYEN
Kitabımızın adı Vejetaryen. Güney Koreli yazar Han Kang’ın
eseri. İlk olarak 2007’de yayınlanmıştır. 2016’da Man Booker Ödülü aldı.
(Uluslararası edebiyat ödülü)
Han Kang bu kitabıyla ilgili; asıl amacının cevap vermek
değil soru sormak olduğunu söylemiş.
Dizi izler gibi okudum kitabı. Kolay kolay bu heyecanı
hissederek okumam.
Yazarın okuduğum ilk eseri. Sanırım devamı da gelecek. 😊 Kitabımıza geçelim o halde;
Enteresan bir kitap olduğunu belirtmeliyim. Hatta zaman
zaman rahatsız edici. Adını görünce Vejetaryenlikle ilgili sıradan bir roman
olduğunu düşünebilirsiniz. Ama öyle değil. Roman 3 farklı bölümden oluşuyor. Yazar aslında ayrı zamanlarda birer öykü
şeklinde yazmış. Sonra bir araya getirip romana dönüştürmüş. Zaten okurken o
birleşim fark ediliyor bence. Hepsi de birbirinden ilgi çekici. Vejetaryen,
Moğol Lekesi, Alev Ağacı. Her bölümü farklı kişilerden dinliyoruz. İlk bölümden
başlayalım.
1.BÖLÜM: VEJETARYEN
Bu bölümü ana karakterimiz Yonğhe’ nin eşi anlatıyor. Yonğhe
hayatı boyunca pasif kalmış bir kadın. Babasından gördüğü fiziksel şiddete,
eşinden gördüğü psikolojik şiddete sessizce boyun eğdi aslında. Tek düze,
sıkıcı bir evliliğe şahit oluyoruz. Zaten eşi kitabın başında aşk evliliği
yapmadıklarını açıkça belirtiyor. “Belli bir cazibesi de yoktu belli bir
eksikliği de…” Karım çok konuşan biri
değildi diyor sıkça. Eve geç gelmelerimi sorun etmez. Aslında içten içe Yonğhe’nin
duyarsızlığına çıldırıyordu. Bu tek düzeliği bir süre sonra çok arayacaktı.
Yonğhe’nin bir gece gördüğü rüya tüm hayatlarını değiştirecekti.
Yonğhe: Bir rüya gördüm.
“ Karanlık bir orman kimseler yok. Sivri yapraklı ağaçların
arasından geçeyim derken yüzümü, kollarımı yaralıyorum. Burayı hatırlıyor
gibiyim, ama şimdi yolumu kaybettim. Korkuyorum. Donmuş bir vadiden geçip ahır
benzeri beyaz bir yapı görüyorum. İçeride yüzlerce büyük ve kıpkırmızı et
parçası upuzun bambu çubuklara asılı. Bazılarından kan hala yere damlamakta.
Bitmek bilmeyen et parçalarını geçiyorum ama karşı tarafa bir çıkış yok.
Üzerimdeki beyaz elbise tamamen kanla ıslanıyor.Oradan nasıl çıkabildiğimi
bilmiyorum. Vadiden geçip koşuyorum. Her taraf küçük çocuk dolu. Lezzetli
kokular geliyor. Dere ışıl ışıl akıyor.Ama korkuyorum. Elbisem hala kanlı.
Kimse beni göremiyorken bir ağacın arkasına büzülüp saklanıyorum. Ellerime kan
bulaşmış. O ahırda… yere düşen et parçasını yemişim çünkü. Yumuşak çiğ eti
dişlerimde ve damağımda gezdirip kanı emmiştim. Ahırın zeminindeki kan birikintisine
yansıyan gözlerim ışıldamıştı.Bu kadar canlı olamaz. Dişlerimde çiğnediğim çiğ
etin hissettirdikleri. Yüzüm, gözlerimdeki ışıltı. Yüzüm kesin benim yüzümdü
ama ilk kez gördüğüm bir yüz gibiydi ama benim yüzüm değildi. Açıklamak
imkansız. Hem aşina, hem yabancı… o capcanlı ve tuhaf, korkunç tuhaf duyguyu.”
Bu rüyanın üstüne karısı oldukça değişmişti. Saçı başı
dağılmış üstünde geceliğiyle buzdolabındaki her şeyi çöpe atıyordu.
Eşi; Yonğhe sen çıldırdın mı!!
Dana, domuz eti, parçalara ayrılmış tavuk, iki yüz bin
wonluk yılan balıkları. Hepsini çöpe atmıştı. Yonğhe bu durumda bile
sakinliğini koruyor, adam akıllı cevap vermiyordu. Oysa ki Yonğhe bu rüyadan
önce oldukça et seven ve yiyen biriydi.
Süt, yumurta, et artık hiçbirini yemiyor. Giderek zayıflıyordu. Yonğhe
eşine; bedeninden et kokusu geliyor rahatsız oluyorum diyordu.
Yine bir rüya gördüm;
“Sayısız kez gördüğüm bir rüya, İnsanın sarhoş olduğunda
eski sarhoşlukları hatırlaması gibi bende rüyamda eski rüyalarımı hatırlıyorum.
Biri başka birini sayısız kez öldürdü. O bulanık, o yakalanmayan…”
Yonğhe küçüklüğünden beri anne ve ablasının et doğrama
tahtasında bıçak savuruşlarından korkarmış. Nefret duygusu hissederdim diyor.
Yine de hep sevgiyle yaklaştım. Burada
bilinçaltının yansımasını görüyoruz. “Belki de rüyamda ölen ya da öldüren annem
veya ablamdı. Her şey bana yabancı geliyor. Sanki bir şeylerin arkasına
geçmişim gibi. Kulpu olmayan bir kapının ardındaymışım gibi…”
İki üç ay boyunca Yonğhe iyice güçsüzleşiyor. Bir deri bir
kemik. Eşi bu durumu ailesine bildiriyor. Oldukça baskıcı bir aile görüyoruz.
Annesi, ablası, babası herkes Yonğhe’ye zorla et yedirmek için uğraşıyor.
“Babanın sözünü nasıl dinlemezsin! Ye diyorsam ye!”
İşi o kadar abartıyorlar ki babası herkesten Yonğhe’nin
kolunu ve bacağını tutmasını istiyor.
“Bir kez yemeye başlayınca tekrar yiyecektir. Et yemeden
yaşayabilen insan nerede görülmüş şu yeryüzünde!”
Yonğhe direniyor. Baba ne yapıyorsunuz, saçmalamayın…
Vejetaryenliği eşi de ailesi de bir çeşit hastalık olarak
görüyorlardı. Yemeyi tercih etmemek onların anlayış gösterebileceği bir şey
değildi. Bütün ailesi tarafından büyük tepkiyle karşılasan Yonğhe’yi
anlayabilecekler miydi?
Yoksa böyle yaparak Yonğhe’nin durumunun daha kötüye
gitmesine mi sebep olacaklardı?
2.BÖLÜM: MOĞOL LEKESİ
Bu kısım tam bir sanat filmi tadında. Yonğhe’nin
eniştesinden dinliyoruz bu bölümü.
Yonğhe eşiyle boşanma aşamasındadır. Başka bir daireye taşınır ve hala
vejetaryendir. Eniştesi Yonğhe’nin kalçasındaki soluk doğum lekesini takıntı
haline getirir. Bu bölümde bu takıntının doğurduğu sonuçlara şahit olacağız. Bu
saplantıyı çalışmalara kadar dökmüş. Yonğhe’nin vücuduna çiçeklerle kaplı
şekiller çizer. Bütün bedeni çıplak haldedir. Vücudunu bu şekilde kayıt altına
alır. Sonra bir tür seks videosunda Yonğhe’nin bedenini hayal eder. Sapkınlaşıp
Yonğhe’yi nasıl arzuladığını bütün çıplaklığıyla okuyoruz. Başka bir meslek
taşı ile Yonğhe’nin samimi hallerinin videosunu çekmek ister. Adamın da bütün
bedenini çiçeklerle bitkilerle boyamıştır. Ancak bu kısım istediği gibi
sonuçlanmaz daha da hırslanır. Yonğhe ile birlikte olurlar ve bunu kayda alır.
Sanatını icra etmeye çalışırken durumlar çoktan çığırından çıkmıştır. Bu
videoları Yonğhe’nin ablası görür ve Yonğhe’nin akıl hastanesine götürülmesi
ile son bulur.
Bölümler okurken biraz karmaşık gelebilir. Kitap bittiğinde
her şeyi bağdaştırıyorsunuz. 2. Bölüm yetişkinlerin okuyabileceği +18 dir. Onu
da belirteyim.
3.BÖLÜM: ALEV AĞACI
Belki de okumaktan en keyif aldığım bölümdü.
Bu bölümü Yonğhe’nin ablasından dinliyoruz. Yonğhe artık
iyice zayıflamış, Anoreksiya olmuştur. Hiçbir şey yiyemiyor. Yememek için
direniyor. Yaşam alanını yadırgadığını ve giderek yaşamdan uzaklaştığını ve
kendisini soyutladığını görüyoruz.
Ablası İn Hye ne kadar hala kardeşine karşı öfkeli de olsa. Onun yanında
olması gerektiğini düşünüyor. Sık sık ziyaretine geliyor. Biraz da olsa
Yonğhe’yi anlamaya çalışsa da romanda hiç kimse tarafından tam olarak
anlaşılamadığını görüyoruz. Bu da bir miktar üzüyor.
Yanlışlıklar nerede başladı? Yonğhe’yi bu dürtüye iten şey
neydi?
“Abla ben amuda kalktım, vücudumda yapraklar büyüyüp,
elerimden kökler çıkarak toprağın altına girdi. Sonsuzdu, sonsuz… Evet
kasıklarımdan çiçek açmaya başladığından bacaklarımı araladım, genişçe araladım
ama. Kendisini artık bir ağaç olarak görüyordu.
Yemek yemek istemiyorum. Sadece su içmek istiyorum, çok
susuyorum bana su verin…
İn Hye; Yonğhe sen bitki
değilsin!!
İn Hye bazen kendiyle konuşuyor
içinden düşünüyordu.
Babasının Yonğhe’ye zorla yemek
yedirmesi engellenemez miydi?
Yonğhe’nin o olay üstüne
bileklerini kesmesi engellenemez miydi?
Yonğhe evleneceği adamı
tanıştırmak için getirdiğinde, nedense soğuk bir intiba bıraktığından
beğenmemişti. Hislerine güvenerek evliliklerini engelleseydi her şey bambaşka
olur muydu?
Kocası Kendi ve Yonğhe’nin vücudunu rengarenk çiçeklerle bezemiş,
ardından bütünleşme sahnelerini kasede kaydetmişti. Bunu engelleyemez miydi?
Kocasının bu hareketini önceden kestirebileceği herhangi bir ipucu kaçırmış
olabilir miydi? Yonghe’nin hala ilaç kullanan bir hasta olduğu gerçeğini onun
kafasına daha güçlü bir şekilde kazıyamaz mıydı?
Çok az konuşan Yonğhe artık hiç
konuşmuyor, insanlarla sohbet etmek yerine kimsenin olmadığı güneşli bir yere
çömelip bir şeyler mırıldanıyordu. Et yememeye devam ediyor, etli yemek çıkınca
çığlık atarak kaçıyordu. Anoreksiya nevroza dışında şizofreni belirtileri de
gösteriyordu. Ben sulanmalıyım abla suya ihtiyacım var diyerek kendisini bitki
zannetmeye devam ediyordu.
Yonğhe; “Ben hayvan değilim abla.
Yemek falan yemesem de olur. Yaşayabilirim. Sadece güneş ışığı yeterli.”
İn Hye; “Gerçekten ağaç olduğunu
mu düşünüyorsun? Bitki nasıl olur da konuşur, nasıl düşünür?
Yonğhe; “Abla doğru söylüyorsun…
Yakında sözler de düşünceler de hepsi kaybolacak. Çok yakında…
Toplumsal baskı, psikolojik
şiddet, delilik içeren oldukça sürükleyici bir kitap. Çok yalın bir dille
yazılmış. 158 sayfa olmasına rağmen çok daha uzun bir roman okumuşsunuz gibi
hissediyorsunuz. Olay o kadar derin ve yoğun ki. Yan karakterler aracılığıyla
anlamaya çalışıyorsunuz. O sebeple kafa karışıklığı olabiliyor. Yer yer
rahatsız olduğum kısımlar oldu ama etkileyici olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Yazar rahatsızlık hissini vermek istemiş net bir şekilde.
Okurken insan et yemediğinde
değişir mi? Ne alaka diye düşünüyorsunuz. Bu bir baş kaldırı mı? Vejetaryen
olan Yonğhe artık kocasına istediği gibi sofralar hazırlayamayınca kocası için
evliliğin anlamı bitti mi? Babasının
fiziksel baskıları Yonğhe üzerinde bu etkenleri mi doğurdu? Bunları
sorguluyorsunuz. Şiddet ve estetik çok göz önünde. Kitabın her bir bölümü vurucu ve sarsıcı
olmuş. Toplumsal baskının doğurduğu negatif sonuçlar çok güzel aktarılmış. Tek
bir anlam çıkarabileceğimiz bir kitap değil. Pek çok şeye atıf var.
Yonğhe’nin insan ve hayvan olmayı
reddederek bitkiye dönüşmeye çalışması zaten aslında yaşamıyor ve bitkiden
farksız oluşuydu.
Ben ana karakterin dilinden de
olayları dinlemek isterdim. Gerçekten ne hissetti, ne oldu? Bunlar biraz havada
kaldı.
Okumanızı öneririm. Oldukça sıra
dışı ve akıcı bir roman.
KEYİFLİ OKUMALAR💘